BALİ...Hiç bitmeyen yolculuk...
Otuz yıllık evliliğimizin en uzun seyahati. Altı haftalık çok katmanlı bir yolculuk. Kuala Lumpur ve Singapur, sonrasında Bali, arkasından Gili adaları ve Lombok, dönüşte son durak yine Kuala Lumpur. Üç ülke gezeceğiz. Malezya, Singapur ve Endonezya. Tam 10 ayrı yerde kalacağız. Harika bir sürprizle kızımız Derin Kuala Lumpur ve Singapur etabında bize katılacak. Heyecanlıyız. Acaba parkuru tamamlayabilecek miyiz, sağlığımızı koruyabilecek miyiz? Bir tomar soru işaretiyle son haftaya girerken olanlar oluyor. Evren bize nanik yapıyor. Son beş gün kala belim tutuyor, arka arkaya iğnelerle kör topal kendime gelmeye çalışıyorum, son iki gün kala İsrail ve İran birbirlerini bombalamaya başlıyor, üçüncü dünya savaşı çıktı çıkacak. Üstünden uçacağımız tüm hava koridorları trafiğe bir kapanıyor bir açılıyor. Stresle bütün günlerimizi haberler karşısında geçiriyoruz. Hah, hava koridorları açıldı. Tam uçağa binmeye saatler kala tüm kanallarda patlayan flaş haber. Endonezya’da volkan patlamış! 2024
KUALA LUMPUR
·
20
Nisan: Öğleden
sonra Kuala Lumpur’a iniyoruz. Müthiş bir yerde kalıyoruz…Star Residence...
Kuala Lumpur’un tam kalbinde…Petronas kulelerinin birkaç yüz metre ötesinde.
Şehrin en yüksek on gökdeleninin birinde…Altmış katlı üçüz gökdelenler
kompleksinde…yirmi ikinci katta, harika manzaralı 2+1 dairede…Hava kararırken
eşyalarımızı fırlattığımız gibi seyir terasına çıkıyoruz. Şehrin ışıklarıyla
şıkırdayan, parıldayan bir sonsuzluk havuzu…ve… Petronas’ın muhteşem ikizleri
Alaattin’in sihirli lambasından çıkan dev cinler gibi yüzümüze patlıyor. Çok
iyi ya.
· 21 Nisan: Sabah roof restoranda harika bir kahvaltı. Manzara olağanüstü. Derin iyi ki burada. Öyle güzel enerji veriyor ki bize. Evet sıra geldi sana. Sen neymişsin be infinity pool…Tüm İstanbul’un en büyük gökdeleninden de tepede, üç yüz metre yükseklikte Petronas’lara karşı yüzmek… Cevabım evet. Bunlar gördüğüm en güzel gökdelenler…mimari şaheserleri…ne Burj el Halife ne de Empire State. İddialı konuşabilirim ama tüm modern mimariler arasında Sydney opera binasıyla beraber zirveyi paylaşabilirler. Bugün chill out modundayız, birinci günden fazla program kasmıyoruz. Kaldığımız üçüz gökdelen kompleksinin altıncı katında devasa bir havuz daha var. Burada gevşiyoruz. Gece on birde seyir terasına çıkıyorum. Muazzam bir manzara. Havuz kapanmış, ben gizlice don paça havuza dalan…Gerçekten deneyim biriktirerek zenginleşiyoruz. Petronas ikizleri tam karşımda…Işıl ışıl göğe yükseliyorlar…sanki yaşamın son bulmasına yakın dünyadan kaçmaya hazırlanan dev uzay roketleri…motorlar ateşlenmeye yakın…ikisi de uzaya fırlamak üzere…
· 22 Nisan: Bugün Bird park günü. Yemlememizle beraber onlarca rengarenk kuş üstümüze üşüşüyor. Kolumuza, bacağımıza, kafamıza kafamıza…Derin çok eğleniyor. Saat üçe doğru parktaki herkes oraya buraya kaçışmaya başlıyor, bi biz kalıyoruz etrafta salına salına gezinen. Noluyo bunlara böyle derken gök yarılıyor tepemize. Göksel bir duş alıyoruz sanki. Tam tepemizde gümbür gümbür patlayan yıldırımlar…Tropik yağmurdur geçer deyip saçakların altına sığınıyoruz, bir saat yağıyor durmadan. Sonunda çaresizce koşa koşa ya da yüze yüze donumuza kadar ıslanarak çıkışa kaçışıyoruz. Olsun işin matrağındayız. Otele dönüyoruz. Akşam müthiş bir iş yapıyoruz. Gökdelenin tepesinde havuz başında ev yapımı somonlu makarna ve beyaz şaraplı şahane akşam yemeği…güneşi batırmak…Petronas’a alacakaranlığın çökmesi…Mutluluk patlaması…Tüm seyahatin en güzel anlarından biri… İsteyen odasından seyir terasına yemek çıkabiliyor. Bunun için etrafa birkaç masa atmışlar. İstanbul’da binlerce liraya satın alabileceğin bir keyfi Elif’in harika makarnası ve şarabıyla bedavaya getirmek ve bunu Petronas’a karşı yapmak... Sonrasında Malezya gecelerine akmak. Jalan Alor’ın gece kulüpleri. Bir tanesine dalıyoruz. En öne kurulmak. Malezyalı tatlı bir grup Cranberries zombie çalıyor. Herkes coşuyor. Dışarıda pazar var. Night market fıkır fıkır… Kuala Lumpur sadece gökdelenler demek değil. Sokakta ne görsek yiyoruz.
·
23
Nisan: China town
tapınaklar günü. Önce Mahamariamman temple…yüzlerce heykelle süslü
girişiyle şehrin alameti farikası olan meşhur Hindu tapınağı…sabah vakti bir
ayine denk gelmek…yüreğe için için işleyen bir dini müzik…Ortam başımıza,
kalbimize vuruyor…Elif’le aynı anda eş zamanlı duygulanıyoruz…gözlerimiz yaşlanıyor…otuz
senede birbirimize ne kadar benzedik böyle. Sonrasında China town’un kalbi,
Petaling sokak pazarı. Bizimkiler kendini kaybediyorlar. Onlar kendi yoluna,
ben kendi yoluma. Birkaç saat yalnız takılacağım. Bu ne ya…Merdeka tower.
Petronas’ın pabucunu dama atan 680 metrelik dünyanın en yüksek ikinci
gökdeleni…tam da China town’un göbeğine…çok mu gerekliydi bunu buraya dikmek.
Petronas ne kadar zarif ve estetikse, bu da o kadar kaslı, kaba, buzdolabına
girmiş fil gibi…Ve geliyor gelmekte olan…dünkü sağanak aynı güçle tepemize
iniveriyor. Bir Tao tapınağına sığınıyorum. Sze Yah Taoist temple. Tütsülerden
oluşan bir buğu her tarafa sinmiş…İçerisi hafif karanlık, loş, sade, tılsımlı,
ruhani… Bir koca saati burada yağmur altında yavaşlayarak geçirmek…Yolun
talibiyiz Tao…Central markette aile buluşması…Herkes mutlu…şen şakrak…Arkasından
Petaling markete ikinci sorti. Salaş bir esnaf lokantasında üç otuz paraya
şimdiye kadarki en güzel yemeği yemek. Gün batarken Mahamariamman tapınağının
alaca karanlığa bürünmesini, ışıklanmasını, nurlanmasını izlemek…Görsel bir
ziyafet…Otele dönüş.
· 24 Nisan: Bugün Batu mağaralarına gidiyoruz. Şehrin sadece 12 kilometre uzağında olmasına rağmen, gökdelenlerden tamamen kopuk orman içinde bir mağaralar şebekesi, aynı zamanda Hindu aleminin en kutsal yerlerinden biri. Tam 272 basamakla koca mağaranın ağzına tırmanılıyor. Hindu savaş tanrısı Murugan’ın merdivenlerin hemen dibinde 42 metrelik devasa bir heykeli. Burası onun mekânı. Etraf uzun kuyruklu makak maymunlarıyla kaynıyor. Derin’le maymunlarla oynayıp, karıcığa merdivenleri çıkması için avans veriyoruz, sonra da biz tırmanmaya başlıyoruz. Vaay, karıcık bizden önce tırmanıp avansı bize yediriyor. Artık onun seyahatin sonuna kadar sürecek bir unvanı var. “Sen Batu mağaralarına tırmanmış kadınsın!” Aynı Cennet cehennemi andıran dev mağaralar içine birbirinden güzel tapınaklar yapılmış. Dönüşte Yut-ke lokantasında geleneksel Malezya yemekleri. Lokantanın patronuyla, taksi şoförleriyle, görevlilerle hemen herkesle çok güzel sohbetler. Malezyalıları sevdim yav. Yine geliyor gelmekte olan! Sağanak sözleşmişiz gibi saat tam 15:00’te başlıyor. Seyir terasında sonsuzluk havuzunda sağanağı karşılamak. Sanki göksel bir havuzda yüzüyorum. Petronas ikizleri bulutlara bir girip bir çıkıyorlar. Bulutların içinde yüzmek! Sürrealin içinde yüzmek! Yeni deneyimlerin içinde yüzmek! Yüzmek!
· 25 Nisan: Bugün Derin’le baş başayız. Önce KL Forest Eco Park’a gidiyoruz. Hayal edip gidemediğimiz Taman Negara yağmur ormanları kanopi yürüyüşünün tıpatıp aynısını Kuala Lumpur’un göbeğinde keşfetmek. Yüzlerce metre boyunca salınarak uzanan bomboş kanopiler üzerinden baba kız keyifle gezinmece. Evcilleşmemiş bir park, Oradan buradan ucunu gösteren gökdelenler olmasa sanki cangıldayız Şehrin bu kadar içinde bu kadar yalıtılmışlık çok güzel. Arkasından REXKL kültür merkezi. Grab şoförleri şaşıyor bize. “Hiç gelmemiştik Eco ’ya, hiç gelmemiştik REXKL’e, nereden buldunuz buraları”. Artık Kuala Lumpur’a ana damardan bağlandık sanırım. Çok hoş bir kültür vahası burası. Eskici dükkanları, ıvır zıvırcılar, üst katları kaplayan kocaman bir kitap dükkânı, raflarında Derin’in poz verirken kaybolduğu…Pahalı bir sanal deneyim merkezi…beleşe kitapçının en yukarısındaki raflara tırmanıp kaçak izlediğimiz…Akşam Nasi Kandar Pelita esnaf lokantasında tüm salaşlığıyla Malezya halk mutfağının dibi…Üç kuruşu tabaklar dolusu tuhaflıklar…Gece buraya geldiğimden beri her akşam tekrarlanan seremoni… Seyir terasından Enigma’nın müziğiyle Petronas’lara, Kuala Lumpur’a, bu gökdelenler ormanına veda. Deneyim dediğin önceden yapılmamışı yapmaktır. Gerçekten üç yüz metre yükseklikten yudum yudum içime çektiğim bu müthiş manzaranın ileride yerini doldurmak güç. Bir ay sonra sağ kalırsak tekrar kavuşacağız diyerek vedalaşıyoruz buralarla.
Konaklama:
Star Residence KLCC
Yemek:
Nasi Kandar Pelita (yöresel yemekler)
Jalan
Alor Night market (sokak yemeklerinin dibi)
Yut Kee
(yöresel yemekler)
Kim Lian
Kee(China town, esnaf lokantası, lezzetin dibi)
SİNGAPUR
·
26
Nisan: Yolculuğun
ikinci katmanına geliyoruz. Singapur. Changi havaalanı, çoğuna göre dünyanın en
güzel havalimanı. Kuala Lumpur’da
Türkiye’den yirmi yıl ileriye gitmiştik, Singapur’da bir otuz yıl daha ileriye
gidiyoruz. Pasaportları bilgisayara okutup elimizi kolumuzu sallaya sallaya
içeri girmek. Terminal-1’in yanındaki muazzam Jewel
Rain Vortex, üzerine sonsuz bir çağlayanın aktığı kubbe içindeki tropikal
orman. Burada kahvaltı edip Singapur’a uyumlanmak, arkasından metroyla şehrin
merkezine inmek. Her şey iyi giderken buradan sonra yıldızımız ters dönüyor.
Navigasyon bizi çıldırtıyor, oteli bi türlü bulamıyoruz, bavulların tekerlekler
aynı anda yamuluyor, Singapur’un meşhur sıcağında şeker gibi eriyoruz. Oteli
bulur bulmaz kendimizi duşlara atıp, yataklara seriliyoruz. Haliyle güne geç
başlamak. Büyük sürpriz. Derin bizle kalmıyor…nerede kalıyor…kapsül otelde…Boat
quay’in hemen dibinde kapsülünü buluyoruz. Mavi neonların ışıldattığı ufarak
kapsülün içi gerçekten Ay üssü Alfayı anımsatıyor. Çok şirin ya. Derin
kahkahalarla gülüyor, keyfimiz yerine geliyor. Boat Quay’de kanala karşı
lezzetli yemek. Öğleden sonra Singapur’un ana hedefine, Super tree Grove
Gardens by the Bay’e yollanmak. Burası gerçekten dünyanın en fütüristik parkı
olabilir. Havada süzülen 7 tonluk dev bebek heykeli “planet” ve Singapur’un
alameti farikası sentetik-organik ağaç devleri… “Avatar hayat ağacı ormanı”…
Gün batıp, alacakaranlığa girerken ormanın üzerinden geçen skyway’de yürümek ve
dünyanın en ünlü ışık senfonisinin içine yutulmak. Alice harikalar
diyarındayız. Ağaçlar canlanıyorlar, bir nabız gibi atmaya başlıyorlar,
patlayıp patlayıp sönüyorlar, pasparlak morlara, kırmızılara, pembelere,
turunculara bürünüyorlar…sanki başka evrenlere açılan bir yıldız kapısına
dönüşüyorlar. Çoook iyi ya. Çıkışta ters yıldızımız bizi takip etmeye devam
ediyor. Matrix’te Neonun koşup koşup hep aynı metro istasyonuna kilitli kalması
gibi, navigasyonu takip edip yürüyoruz yürüyoruz, ama hep aynı yere çıkıyoruz.
Sonunda tüm telefonları kapatıp, hislerimi açıyorum. Singapur’un gerçek alameti
farikası olan Marina Bay Sands Hotele doğru hizalanıyoruz. Aaa…yürüdüğümüz
köprü bizi doğrudan otelin içine sokuyor, bu ne şatafatlı bir yer böyle. Zor
bela bir taksi bulup kapsüle varıyoruz. Meğer buralar Singapur gece hayatının
göbeğiymiş. Bir Irish pub’da içkileri yuvarlamak, Derin bize oyunların oynatır.
Sonradan da Derini kapsüle kapatıp, odamıza yollanıyoruz.
· 27 Nisan: Bugün China town’dayız. Kapsülden Derin’i toplayıp, yürüyerek sırasıyla Sri Mariamman temple, Buda Tooth Relic temple ve Thian Hock Keng temple. Mariamman Hindu tapınağının girişi küçüklü büyüklü heykellerle süslü. Tanrının farklı alametlerini içeren güç heykelleri gözünün içine içine bakıyor. Her yönden fışkıran bir dini enerji…seni durmadan harekete geçmeye tetikleyen…Buda tapınağı ise bir huzur, meditasyon ve dinginlik adası. Seni yavaşlatan, sağaltan, günün gereğinden yalıtan… Yollarda sürüklenirken birçok güzelliğe denk geliyoruz. Cumartesi günlerinin geleneksel sokak gösterileri, dev sarı ejderhalar kıvrılarak aramızdan geçiyor, tapınağın önündeki dükkanlardan birinde karşımıza çıkan Ankaralı tatlı bir oğlan… sohbet… muhabbet…bizi çok güzel bir lokantaya yönlendirir…Arkasından Singapur’un sıcağı bizimkileri pes ettirir. Üçüncü tapınağın avlusunda serilip kalırlar. Tamam, artık daha fazla yormayayım onları. Uzlaşırız. Boat Quay’den başlayarak kanal boyunca ta Merlion heykeline kadar yürümek. Merlion, yani başı aslan kıçı balık, Singapur’un simgesi. Burada bir Starbucks’a yuvalanmak, internetlenmek, yavaşlamak. Bizimkileri bırakıp, kanalın üstünden geçen bir yaya köprüsünden şehrin en büyük sanat merkezi olan ikonik Esplanade’e yürümek, içindeki bir oda orkestrasının konserine sızmak. Gün batıyor. Tam karşımızda Marina Bay Sands Hotel, üç büyük gökdelen…tepesine kondurulmuş dev bir şapka…ya da altı yüz metrelik dev bir sörf tahtası…dünyanın en büyük sonsuzluk havuzu işte burada! Gökdelenler bölgesinin geceye bürünmesi çok güzel. Bu arada Marina Bay ’in sonsuzluk havuzu hayallerimden biriydi. Ama daha kısa bir zaman öncesine dek 350 dolar olan odalar, günümüzde 800 dolara kadar fırlamış! Trend topic olmak böyle bir şey. Neyse ki hiç pişman değilim. Buraya kıyasla neredeyse bedavaya kaldığımız Star residence ’in Petronas’a bakan infinity pool’u çoook daha iyi. Gece vakti kanal boyunca keyifle geri yürümek…çok lezzetli bir kanal lokantası…son akşam yemeğimiz…yorgunuz…dönüş…
·
28
Nisan: Derin’i
sabah erkenden havalimanına götürüyorum. Vedalaşıyoruz. İyi ki geldin kızım,
yolculuğun başlangıcına müthiş bir anlam kattın. Yine metroyla dönüyorum. Bugis
istasyonunda iniyorum. Üç gün evvel bilinmezliğiyle canımıza okuyan otelimiz
meğer burnumuzu dibindeymiş. Bugün bizim de Singapur’daki son günümüz.
Toparlanıp gitmeden evvel son durağım Raffles Hotel. Çevresini saran kaslı
gökdelenlere tezat oluşturan zarif, bembeyaz bir kuğu. İki yüz yıl geriye
ışınlanmak ve şehrin koloniyel dönemlerine dokunmak. Burası Singapur’un önemini
anlayan, kuran ve büyüten efsane Belediye başkanı Ruffles ’tan adını almış.
Uzakdoğunun İsviçresi, zenginliğiyle, refahıyla sadece yüz kilometre ilerideki
Sumatra adasından ışık yılları kadar ileride. Ama Malezya’nın sıcaklığını,
samimiyetini burada bulmak zor. Zenginlik yanında züppelik de getirmiş.
Singapur bu kadar. Havaalanına yollanıyoruz. Yine başladığımız yerdeyiz…Jewel
Rain Vortex. Acelemiz de yok. Uçağın kalkmasına çok var. Tropikal kubbeye
baktıkça hayal gücüm uçuşmaya başlıyor. Sanki nükleer savaş sonrası mahvolmuş
bir dünyanın son vahasındayım. Tükenmiş dünyanın son medeniyet artıkları
radyoaktif cehennemi dışarıda bırakarak yeryüzünün son cennetini buraya
kurmuşlar! Gece Bali’deyiz. Ngurah Rai havaalanı Changi ’ye kıyasla daha cilalı
taş devrinde! Yorgun argın kendimizi otelimize atıyoruz. Derin’den mesaj tam o
anda geliyor. İstanbul’a varmış.
·
Konaklama:
Park View Hotel
BALİ SEMINYAK
·
29
Nisan:
Alçakgönüllü ama derli toplu bir oteldeyiz. Ama en önemlisi plaja sadece birkaç
dakika yürüme mesafesindeyiz. Burası kaldığımız 5 gün boyunca ne zaman
koşturmacadan yorulsak bizi kucaklayan bir sığınak oluyor. Kitap okuyoruz,
tembellik yapıyoruz. Tertemiz bir havuz. Hepsi iyi geliyor bize. Akşam üstü
Petitenget plajında seyahatin en büyük mutluluk patlamalarından birini yaşamak!
Hint okyanusunun koca koca dalgalarıyla doldurup boşalttığı kumsal bir anda gün
batımıyla saydamlaşıyor. Gökyüzü yeryüzüne yeryüzü gökyüzüne karışıyor. Dünya
bildiğimiz dünya olmaktan çıkıyor...başka bir şeye dönüşüyor... tılsımlanıyor. Bolivya
Solar Uyuni tuz gölüne artık gitmeye gerek kalmadı. Deneyimleri biriktirmeye
devam. Otelimizin yanı dibindeki Warung Nia’da şahane bir akşam yemeği.
Bali’nin mutfağı çok lezzetli. Gece yürümeye çıkıyoruz ve orada burada
doğaçlarken bir anda kendimizi Mexicola’nın kıpkırmızı dans pistinde buluyoruz.
Tek kelimeyle cozutmak.
·
30
Nisan: Bugün
Potato Head Beach club günü. Bali’deki en şöhretli beach club. Tüm internet
siteleri önceden rezervasyon diye bağırırken elimizi kolumuzu sallaya sallaya
girip en güzel yeri kapıyoruz. Çook tarz bi yer. Mekânın enerjisi harika,
müzikler harika, pizzalar harika. Günbatımıyla, alacakaranlığa girerken mekân
ışıklanıyor…Çook güzel…Etraf yıkılıyo yaa. Akşam yemeğimizi de burada alıyoruz.
Şaka gibi…Tüm gün kırk dolardan az harcıyoruz. Çeşme’de bu parayla anca bir
bardak limonata alırdık herhalde. Mutluyuz.
·
1
Mayıs: Bugün
Tanah Lot’a gidiyoruz. Kumsalın hemen dibindeki bir kayalık adacık üstünde
küçümen bir Hindu tapınağı. Çevredeki salaş kafelerden birinde Luvak kahvesi.
Tam yanımızda güneşte mayışan Misk kedileri ya da Luvak’lar, hani şu
kakalarından yapılan kahveye türküler düzülenler. Bucket list filmine selam
olsun! Günbatımında Tanah Lot tapınağı
tılsımlanıyor…dev bir felsefe taşına dönüşüyor... seyredenleri de dönüştürüyor…Dönüşte Old Man’s gece kulübünde takılıyoruz.
Gerçekten Balililer ortam yaratmak konusunda çok mahirler. Mor enfraruj
aydınlatmasıyla harika bir mekân burası ya. En öndeki localara kuruluyoruz.
Bira, pizza ve remix Karadeniz türküleri (!). Çook iyi.
·
2
Mayıs: Hızımızı
alamadık, bugün de Finns beach club’a akıyoruz. Potato Head bir numaraysa
burası da iki…Çok sosyetik, extrawaganza ve züppe. Sahnede canlı müzik, TV
kafalı hayalet kostümlü animatörler aramızda dans ediyor, havuzda köpük
partileri, duman bombardımanları. Her şey eğlence ve cozutma üzerine. Yine
deniz kenarında güzel bir yer babalıyoruz. Hint okyanusuna karşı infinity pool,
Dragon fruit ve pizza. Akşam yuvamız Warung Nia’da yorgunluk atıyoruz.
Seminyak’a veda.
Konaklama:
Amerta Seminyak
Beach
club: Potato Head beach club ve Finns beach club
Yemek: Warung
Nia ve Shrimps
Gece
Hayatı: Mexicola ve Old Man’s. İsterseniz beach clublarda geceye devam
edebilirsiniz
BALİ
ULUWATU UNGASAN
·
3
Mayıs: Öğlen
vakti Ungasan’daki otelimize varıyoruz. Otelin plaja ücretsiz taksisi var.
Odaya yerleşir yerleşmez kendimizi Thimbis plajına atıyoruz. Yol dağların
ortasına kazılmış “üstü açık tünellerden” geçiyor. Kayalara oyulmuş dev ceplere
Hindu tanrı heykelleri konulmuş. Çok absürt valla. Masmavi okyanusun hemen
yanında mütevazi bir beach club. Ormanlarla bezenmiş yarlar ve üstümüzde uçuşan
rengarenk parapantlar…Bali’ye geldiğimizden beri ilk kez denize girmek.
Okyanusun pırıl pırıl renklerini seyrederek mutlulukla öğle yemeğimizi yemek.
Gün burada geçiyor. Güneş batarken ormanlara uzanan sonsuzluk havuzunda yüzmek.
Seminyak’ın deli temposu geride kalmış. Yavaşlıyoruz.
·
4
Mayıs: Bali’nin en ünlü plajlarından Melasti beach’deyiz. Dalgalar
kayalıklarda kırılıyor ve sahilde bin bir renkli yeşil sarı lagünler
oluşturuyor. Bali’nin en güzel kumsalındayız tüm gün.
·
5
Mayıs: Bugün
Uluwatu temple’a gidiyoruz. Ormanlarla kaplı sarp uçurumların tam tepesine
kurulmuş ufacık bir tapınak. Yarların üzerindeki patikalardan okyanusa karşı
yürümek. Burası hırsız makak maymunlarıyla ünlü. Maymunlar cehenneminden kaçış
filmi burada çekilmeliymiş. Öyle arsız ve edepsizler ki. Tam gözümüzün önünde
bir tomar turistin gözlüğünü, telefonunu yürütüyorlar. Görevliler rüşvet
dağıtarak çalınanları güç bela topluyorlar. Hırsızlığın ödüllendirildiği
değişik bir yerdeyiz. Ülkemize mi döndük ne. Otelimizi, odamızı, tam önümüzdeki
yarım ay şeklindeki havuzumuzu çok sevdik ya.
Konaklama: Puri Pandawa Resort
BALİ UBUD KAJA VILLAS
·
6-8
Mayıs: Deniz ve
cozutma etabını bitirdik şimdi sıra orman etabında. Öğlen Kaja villaya
varıyoruz. Tanrım, gerçekten cennetteyiz. Cangılın göbeğinde tekil bir villada
kalıyoruz. Bir vadinin tepesinden tropik ormanlara bakıyoruz. Mükemmel bir ev,
önünde muazzam bir havuz ve bize ait bir bahçe. Böyle bir yalıtılmışlık
olabilir mi. Patlamalar geçiriyoruz. Pırıltı her tarafımızda. Hayatım boyunca
kaldığım en güzel yerlerden biri. Bildiğim her şeyin ötesinde. JBL
hoparlörümüzden gelen meditasyon müzikleri…yeşilin tüm tonlarını barındıran
ormanın sağaltıcı etkisi…villanın ücretsiz bisikleti…bisikletle keşfe
çıkmak…Bali’nin alameti farikası pirinç terasları ilk defa önümde
belirir…tarlaların içinden sabah akşam defalarca bisikletle turlamak…sürekli
gülümseme…akşamları güzel güzel giyinip süslenip birkaç yüz metre ilerimizdeki
Samsara otelde yemek…yol kör karanlık … havlayan, hırlayan köpekler ordusu ve
orman vahşiliklerinden sonra Samsara restoranda caz geceleri ve gurme
yemekler…böyle bir kontrast olabilir mi ya…otelin kendi iç ulaşımını sağlayan
golf arabalarını kafalamak… köpeklerin arasından gece yarısı golf arabasıyla
süzülüp villamıza girmek…sabah odamıza gelen dragon fruitli afili kahvaltılar…
yatağımızdan kalkıp pencereleri açmak ve sabah tazeliğinde ormanla kucaklaşmak…arkasından
çırıl çıplak havuza atlamak…sonrasında konaklamanın sonuna dek havuzda çıplak
yüzmek… Dünyanın en güzel soyutlanması… Hiç acele etmemek… Deneyimler birikmeye
devam ediyor.
Konaklama: Kaja Villas
Yemek: Samsara
restaurant
·
8-10
Mayıs: Kaja
Villadan on kilometre uzakta yine ormanın bağrında üç gün daha soyutlanmaya
devam etmek. Griya Shanti villaya girerken Hindu geleneklerine göre
giydiriliyoruz, tütsüleniyoruz, dualarla kutsanıyoruz, özetle buranın
naifliğine, güzelliğine uyumlanıyoruz. İki katlı çok güzel bir villa…girişte
harika bir taş avlu…üst kat yatak odası…alt kat havuza bakan açık bir yemek
mekânı…önümüz alabildiğine orman…müthiş bir mahremiyet…hep anda olmak…sağanak
yağmur…yağmur altında havuzumuzda yüzmek…şifalanıyorum…Çok iyi
bakılıyoruz…kahvaltılar, akşam yemekleri "seremonilerle" servis ediliyor…bol bol
kitap okumak… JBL hoparlörümüzle müzik dinlemek…arada coşmak…Elif Hint
danslarındaki hünerlerini sergiler…Benim yetenekli şeker kızım. Kendimizi yuvada hissediyoruz. Bir akşam Ubud
merkeze ilk sorti. Murni’s warung. “Warung” dillerinde salaş lokanta demek ama
burası son derece estetik, zevkle dekora edilmiş ve yemekleri çok
lezzetli. Özetle ormanın içinde beş gün
boyunca yavaşlamak…yavaşlamak…yavaşlamak…Hala daha yarısına bile gelmedik ya.
UBUD
MERKEZ PERTIWI BISMA
·
11
Mayıs: Ubud
merkeze geçiyoruz. Bu sefer büyük bir otelde kalıyoruz. Ormana bakan çok güzel
bir sonsuzluk havuzu. Özetle hem Ubud merkezdeyiz hem de doğadan kopmuyoruz.
Hızlanmak için yarını beklemiyoruz. Akşam belki de Ubud’un en tarz yerlerinden
biri Zest’ te yemek, sonra ana cadde üstündeki tapınaklardan birinde etnik caz
etkinliği, gece de doğaçlayarak otelimizin dibinde bulduğumuz Ubud’un en güzel
canlı müzik yapan mekanlarından biri, Why not! Zest’ in yaratıcı mekân tasarımı
“über!!!”, içinden ağaçlar filizlenen…Chill out’un tanımını yapacak olsam
“burasıdır” derim. Zest’ ten şehir
merkezine Elifle arka arkaya iki moto-Grab’la gitmek çok eğlenceli. “Why not”
ise arkadaş canlısı, samimi ve grupların süper performans verdikleri cıvıl
cıvıl bir yer. Bu gece bize çok iyi geliyor ya.
·
12
Mayıs:
İnternetten uzun uzun yazıştığımız, programlar oluşturduğumuz ve her konuda
güzelce anlaştığımız rehberimiz Surya’yla tanışma günü. Dolu dolu üç günlük
program yaptık. Toyota’sıyla bizi gezdirecek. Aklı başında, güler yüzlü, 23
yaşında minnoş bir oğlan. Bali’nin yolları o kadar başa çıkılmaz ki, adayı
keşfetmenin en doğru şekli sanırım bu. Handara kapısı, Wanagiri tepesi, Ulun
Danu Beratan tapınağı, Banyumala şelaleleri ve Jatiluwih pirinç terasları
bugünkü programımız. Hızlanmak ne kelime, gaza bastık uçuyoruz bugün. Çocuk
müthiş instagramcı çıkıyor ve çektiği fotoğraflarla ve videolarla, bizi
pozlamasıyla daha ilk dakikadan karıcığın gönlünü fethediyor. Bali’nin yoğun
şehir trafiğinden kurtulmak ve giderek boşalan açık orman yollarında rahatça
ilerlemek. Adanın göbeği genelde yağmurlu ve puslu olur ama şansımıza müthiş
bir hava var bugün. Handara kapısında ve Bratan gölüne yukarıdan bakan Wanagiri
tepesinde hayatında hiç olmadığım kadar şımartılıyorum. Yüzlerce fotoğrafımız
çekiliyor. Bende biraz potansiyel olsa sosyal medya fenomeni bile olabilirdim.
Ama nafile! Banyumala, Bali’nin en güzel şelalelerinden biri. Yemyeşil ormanın
içinden fışkırıp onlarca metre aşağıya dökülüyor. Surya’yla beraber ormanın
derinliklerine yüzlerce basamak inip çıkıyoruz. 56 yaşında hala bu performansı
verebilmek çok iyi ya. Arkasından Bratan gölündeki Ulun Danu Beratan temple…Belki
de Bali’nin en ikonik tapınağı. Bugün günlerden Pazar. Tapınak çok kalabalık.
Özellikle gençler akın akın gelmişler. Herkes bizle fotoğraf çektirmek istiyor.
Aralarına karışmak çok güzel. Günü Jatiluwih pirinç tarlalarında bitiriyoruz.
Hava kapanıyor, yağmur yağdı yağacak. Yarım saate yakın terasların içinde
yalnız başıma yürümek. Müthiş bir manzara. Bugünün, belki de tüm seyahatin
zirvesi. Şimdiye kadar Bali’de gördüklerimin çoğunu başka ülkelerde de görebilirdim,
ama burası tek kelimeyle eşsiz. Huzurlu, dingin, ruhumu sağaltan, şifalı…Pirinç
tarlalarına bakan harika bir restoranda öğleden sonrası yemeği. Surya çok
şeker. Aaa…yanı başımızda Türkler…çok da tatlılar…bizim gibiler…hepimize iyi
gelen küçük sohbetler…Ve biz yemeğimize başlarken gök gürültüleriyle müthiş bir
sağanak tepemize iniyor. Yağmurun sesi,
toprağın kokusu, yeşilin tonları, arkadan gelen hafif bir müzik, Bali’nin içine
karışmak, Bali’ye dokunmak. Sanki bir nevi kabul töreni.
13 Mayıs: Surya’yla beraberiz. İlk durağımız geleneksel Penglipuran köyü.Küçük avlulu sade taş evler. Ev sakinleri bizleri içeri buyur ediyorlar. İncik boncuk satıyorlar, çay kahve içiyoruz. Ama hiçbir şirretlik, tüccarlık yok. Arkasından Tukad Cepung waterfall. Karanlık bir mağaranın içine gürül gürül akan bir çağlayan. Duvardaki çatlaklardan, deliklerden güneş ışınları fışkırıyor. Düne benzer şekilde bugünü de muazzam bir öğleden sonrası yemeğiyle şenlendiriyoruz. Mahagiri restoran…Sidemen vadisine yukarıdan bakan…Arkada üç bin metrelik Agung dağı, bulutlara bir girip bir çıkan…ve…tüm vadiyi dolduran mükemmel pirinç terasları…Doyumsuz manzaralar eşliğinde Suryacıkla öğle yemeği…Surya Elifle Bali müziği yapar…Sanki aileden biri…saygılı, esprili, ölçülü…Hayatımızı pembeleştiren Yihhular, Yuppiler…her gün sonunda “bugünden ne öğrendiniz!” İyi ki beraber geziyoruz. Çok doğru seçim. Akşam Ubud merkeze gidiyoruz. Hiç beklemezken alışverişlerin çoğunu hallediyoruz. Şehrin kılcal damarlarının içinde kaybolmak. Şehrin kalabalığı, gürültüsü patırtısı müthiş estetik mimarininin içinde eriyip gidiyor. Balililer sanatta, mimaride ve heykelcilikte çok mahir insanlar.
·
14
Mayıs: Sabah
sacred monkey forest, Güzel bir orman içinde sürüler halinde serbestçe gezen makak maymunlar.
Batu mağaralarında ve Uluwatu tapınağında gördüklerimizden... Arkasından Grab'la
Ubud market. Grab elimiz kolumuz. Ubud içinde her yere standart tarife. Üç
dolar. Sonrasında Ubud Royal palace ve Saraswati tapınağı. Bugünün bombası
şehirden bir saat uzaklıktaki Taman Dedari. Gerçeküstü bir yerdeyiz.
Gözlerimize inanamıyoruz. Salvador Dali herhalde sürreal evreninde böyle bir
cennet bahçesinin hayalini kurardı. Yemyeşil bir vadiye bakan muazzam bir
restoran. Girişi müthiş taş kabartmalarla, bembeyaz ilham perileriyle çevrili.
Harika bir peyzajla botanik bahçesine dönmüş avlusunda işte dev esmer melekler,
Dedariler…Ne kadar büyükler ne kadar büyüklüklerine tezat oluşturacak şekilde
narin ve zarifler ne kadar güzeller ne kadar mistik ve anlaşılmazlar…Gün
batarken heykeller vadiye inmiş tılsımlı varlıklara dönüşüyor..bir sanatçı panflütle ortama harikulade armoniler üflüyor. Abi biz neyin kafasını
yaşıyoruz ya.
· 15 Mayıs: Sound healing at The Pyramids of Chi. Avrupalılar ormanın ortasına meditasyon piramitleri yapmışlar. Elif bir saat süresince ses terapisine giriyor. Ekseriyetle Batı dünyasından gelen katılımcılarla madde aleminin yarattığı dış gürültüleri dindirip iç sesini duymaya çalışıyor. Çıktığında yüzünde buruk bir gülümseme. “Tamam ama bunu piramitte yapmaya gerek yok ki, biraz çevrene baksan yeter. Balililerin hepsi bunu zaten içselleştirmiş, dibine kadar özümsemiş!” Batılılar her yerde yaptıkları gibi öz-farkındalığı da parayla satın almak istiyorlar. Ama azının başarabildiği, çoğunun ise ancak taklit edebildiği şey zaten Balililerin özüne işlemiş. İşte kültür böyle bir şey!
Elif’i beklerken doğaçlamak ama ne doğaçlamak ve hiç ummazken yolculuğun
zirvesine tırmanmak. Piramitlerin yanında alabildiğine uzanan pirinç tarlaları,
ormanlarla sarılıp sarmalanan…Daracık patikalardan yemyeşil bir pirinç okyanusu
boyunca yürümek…yaşlı teyzelere rastlayıp çat pat
konuşmak…yürümek…yürümek…tarlaların ortasında küçücük bir tapınağa varmak…içine
girmek…kutsanmak…dış gürültüler tamamen dinmiş…sadece dingin akan bir nehir
gibi her yerimi kaplayan bir iç ses… Millet piramitte ben ise gerçeğinde…
·
Bugün
Elif’in doğum günü. Yine Zest Ubud’dayız. Seyahatin en absürt sürprizlerinden
biri. Yan masadakiler garsondan doğum
günü pastası istiyorlar…aralarında da Türkçe konuşuyorlar…Biz de “Hoop bizi de
listeye dahil edin” deyince şaşkınlıktan küçük dillerini yutuyorlar. Hemen
kaynaşıyoruz. Akdenizlilik böyle bir şey işte. Aradan sadece beş dakika geçmiş,
ben gidip “dancing queen’i” çaldırıyorum…ve hep beraber düğün dansımızı
yapıyoruz…Elif önde…bıcırıklar arkasında…Böyle bir şirinlik olur mu ya. Çıkışta yine Why not’ tayız…yine harika bir
grubun canlı performansı. Elinizde biralar coşuyoruz. Çok iyi geldi be.
·
16
Mayıs: Ubud’un
hemen içinden başlayan harika bir yürüyüş rotası… Campuhan Ridge
walk…ormanların göbeğinden kıvrılarak tırmanan…Yolun bitiminden başlayan sağlı
sollu küçük butik oteller…Sabah sabah iyi geliyor. Elif’e ikinci doğum günü
hediyesi…çok istediği orman parkuru ATV sürüşü…Rehberin arkasına tın tın binip
gidiyor, bir saat sonra çamurların içinden kendisi fırlayıp geliyor…Yolda
Hintli bir mihrace ve prensesle de (!) ahbap oluyor. Akşam yemeğine Ubud’un en
ünlü mekanlarından Merlin’deyiz. Yüzüklerin efendisi teması…Yuvarlak kral
masasında oturmak…çok lezzetli, mistik soslu yemek…keyifli.
·
17
Mayıs: Ubud’daki
son günümüzde Surya’yla beraberiz. Elifin seyahatin başından beri dört gözle
beklediği meşhur aktivite…sonsuzluk salıncağı…Tegalalang pirinç
teraslarındayız. Karıcık vadinin tepesinden yemyeşil teraslara doğru salıncakla
süzülüyor…upuzun (kiralık) kırmızı giysilerini uçura uçura… her şey saniye
saniye kaydediliyor. Sanki film çekiyoruz ya. Müthiş videolar…Elif çok mutlu. Bali’nin olağanüstü pirinç teraslarına bu
vesileyle veda ediyoruz. Arkasından Goa Gajah fil tapınağı…küçümen…içinden
dehlizler geçen…sevgili Hindu bilgelik tanrısı fil başlı Genesha’ya
adanmış…Sonrasında bir kahve tadım aktivitesi. Ve günü Telaga Singa infinity
pool ile bitirmek. Ormanların içine içine kocaman bir havuz, ama o kadar güzel
sonsuzluk havuzlarında yüzdük ki. Burası elinde içki kadehleriyle yüzen
tiplerin arasında beni fazla açmıyor. Ama hoş bir restoranı var. Keyifli öğle
yemeği. Surya’yla vedalaşmak. Nazik, minnoş, samimi oğlan bir ay sonra Derin ve
Alper’i gezdirecek…Akşam Ubud sokaklarında son turlamalar. Artık evimiz olan Why
not ’da yemeğimizi yiyerek ve biralayarak son kez canlı müzik dinlemek. Yüz
gülümsemesi.
Konaklama:
Pertiwi Bisma 2
Yemek: Zest
Ubud
Merlin’s
Murni’s
Warung
Taman
Dedari
Mahagiri
Sidemen
Gece
Hayatı: Why NOT
GILI
MENO
·
18-22
Mayıs: Bali’yi
gerimizde bırakıyoruz…artık Gili adalarına sefer vakti. Gili’ler Bali’den
feribotla iki saat uzaklıkta Lombok’un dibinde üç benek ada. Toplam
yüzölçümleri beş kilometre kareyi geçmiyor. Üç adanın konseptleri farklı. Gili
Trawangan partileme adası, Gili Air daha fazla konaklama ve yeme içme
seçeneğiyle öne çıkıyor. Bizim seçimimiz olan Gili Meno ise aralarında en bakir
ve el değmemiş olanı. Otelimiz müthiş. Verandamızdan beş adımda okyanustayız.
Her anı patlamalarla dolu müthiş bir dört gün geçiriyoruz. Otelden dört
günlüğüne şnorkel kiralamak…tam önümüzde muazzam mercan resifleri…belgesellerde
neyse o…olağanüstü… su çok berrak…balık bolluğu harika… mercanlar hiç
bozulmamış…çeşit çeşit. Dev mantarlara benzeyen mor mercanlar, içinde yeşil
balıkçıklar gezinen sapsarı mercanlar, kar beyazı mercanlar, tuhaf
patlangaç mercanlar, açılıp kapanan turuncu vantuzlu mercanlar…Sürprizler hiç bitmiyor. Adanın her tarafında dev kaplumbağaları
ararken, Elif otelimizin önünden denize girdiği ilk anda bir ninja turtle ile
burun buruna geliyor. Kaplumbağayla arkadaş olmak…mercanların arasından
beraberce dolanmak… o gider arkasından arkadaşı gelir…onunla yüzmeye devam
etmek. Her gün saatlerce sudan çıkmamak…gelgit var…öğleden sonra deniz sütliman
olur…renkler türkuazın büyüleyici tonlarına dönüşür…önümüzde Trawangan…arkada
dev Lombok adası…müthiş manzaralar…Ada yemyeşil. İçlere gidildikçe herhangi bir
köy falan yok. Dağınık bir yerleşim var. Oraya buraya serpilmiş küçük
Warunglar…ama gerçek Warunglar…yani salaş köy lokantaları. Hem lokanta hem de
bakkal. Ama nasıl sıcaklar, nasıl samimiler. Her gece üç kuruşa tabaklar dolusu
karides kalamar, sebzeli nuddle. Çoook lezzetli. Ormanların arasından sağa sola
kıvrıla kıvrıla giden dar toprak patikalar. Yön yordam bulmak zor. Hele
lokantadan dönerken gece kör karanlıkta burnunun ucunu görmeden yürüyüp gitmek çok tuhaf.
Abi biz bir ay evvel Kuala Lumpur ve Singapur’da neyin kafasını yaşadık. Hiç
durmadan akıp giden ışıl ışıl gökdelen ormanlarından sonra bu adanın yalnızlığı,
ıssızlığı, el değmemişliği kalbimize kalbimize işliyor. Tam da bunu istememiş
miydik? Her sabah saat beşte olağanüstü
gün doğumları…balkona çıktığım anda yüzüme patlayan. Kuzey ışıklarının tersi…“Güney
ışıkları!!!” Her akşam adanın diğer tarafında müthiş günbatımları…
Kulağımda müzik alacakaranlıkta kumsalda gezinmek…gökyüzü bin bir renge
boyanmışken denize girmek. Otelin teknesiyle dalış turu…teknede sadece Elif’le
ikimiziz. Diğer adalardan gelen 20-30 kişilik dalış teknelerine göre çok şanslıyız.
Kocaman kaplumbağalar bizi karşılıyor. Batık dalışı da yapıyoruz. Batığın
dibinde gezinen dünya tatlısı bir kaplumbağa…Bakmaya doyamıyorum. Yanımdan dev
balık kolonileri geçiyor. Arkasından tüm
seyahat boyunca heyecanla beklediğim müthiş dalış noktasına gidiyoruz. Sualtı
heykelleri…2017 yılında yapılan muazzam bir enstalasyon. 16 melek çiftinin
oluşturduğu çember içinde uzanmış yatan sirenler. “Nest” ya da “Yuva” Çok
keyifli ya. Dalış turunu Mojo beach’in önünde sonlandırıyoruz. Sevgili mercanlara
dalıyoruz, dost kaplumbağamıza tekrar rastlıyoruz. Ve sıkı durun. Kaptanımız
tüm dalışı Go-pro’ya çekiyor. Bu güzelliklerin hepsi kayıt altına alınıyor.
Harika bir şey yaşıyoruz ya. Akşam Elifcik yine bir düşünü gerçekleştiriyor.
Günbatımında atla adayı turluyor. Ata korka korka binip dönüşte dörtnala
geliyor. Shimpurna’yla avatar kordonları birleşmiş, yabancı olarak gidip dost
olarak dönüyorlar. Son gün sabah
erkenden adayı turlamak, sualtı heykellerinin oraya varmak…Sahile çok
yakınlar…Doya doya dalmak, sirenlerin arasına karışmak. Heykeller mercan
oluşturmaya başlamış, balık bolluğu da cabası. Bir saatte tam bir daire çizerek
adayı dolanmak. Yalnızlık…ıssızlık…yavaşlamak…
Çook iyi. Herkesle dost oluyoruz.
İspanyol ana kız, otel müdürü, kaptan, atçı başı, Shimpurna…Bu ada bize çok iyi
geliyor.
Konaklama:
Mojo Beach resort
Yemek: ada
içindeki herhangi bir no name warung
LOMBOK ADASI CAFE ALBERTO
· 22-23 Mayıs: Gili Meno’yla vedalaşmak gerçekten zor oluyor. Burada daha uzun süre kalabilirdim. Sırada Lombok var. Oradan da dönüşe geçeceğiz. Feribotla kısa sürede adaya varıyoruz, taksiyle alınıp Senggigi’ye gidiyoruz. Gerçekten çok tuhaf. Yolların hepsi Bali’nin dolambaçlı kılcal damarlarının aksine dümdüz, çift şeritli, boş otoban. Buna rağmen şoförümüz yolda önüne gelenle kavga etmeyi beceriyor, halbuki Bali’nin karman çorman trafiğinde kimsenin bırakın birbiriyle kavga etmeyi, korna bile çaldığını görmemiştik. Balililer Avatarın Navi ırkı gibilerdi. İnsancıl, nazik, zarif ve inançlarını günlük hayatlarıyla bütünleştirebilen…Buradaysa açıkgözlük, tüccarlık biraz da hırtlık bizi karşılıyor. Bavullar yine patlıyor. Bilmem kaçıncı kez bavul almaya Lombok’un başkenti Mataram’a gidiyoruz. Derme çatma bir şehir, ama tam göbeğinde ko-ca-man bir cami, çift şeritli otobanlar…orada burada anlamsız devasa anıtlar…onlarca cami…yapımı süren bi onlarca cami daha…Bali her ne kadar altyapı olarak sorunlu, ama buna mukabil her köşesi mimari açıdan estetik, kültürel olarak müthişken, Lombok altyapı olarak sağlam ama diğer taraflardan genel olarak son derece zevksiz bir ada. Balililer inançlarını içselleştirebilmişken, Lombok’ta din, toplumu şekillendirebilmeye yarayan bir çekiç olarak kullanılmakta. Adanın geneli sanki şekillendirilmekten hayli memnun. Çünkü bunun semeresini adaya çektikleri alt yapı yatırımlarından fazlasıyla görüyorlar. İlk intibalarım bu yönde.
Neyse ki ada içinde bir vaha buluyoruz. Otelimiz…Cafe Alberto…Okyanusa yukarıdan bakan kocaman teraslı en iyi odayı alıyoruz. Evet…artık sona yaklaşıyoruz. Terasta yastıklara serilip sadece kitap okumak, tembellik yapmak… Pırıl pırıl som lacivert bir havuz, happy hour, bir dolara mojito. Oteli bir İtalyan aile yönetiyor. Bu ne demek…akşam yemeğinde süper pizzalar…Güneş batarken Senggigi’nin tüm gençliği kumsala iniyor, etraf cümbüşleniyor, beni gören başörtülü kızlar önce utanıyorlar ama arkamdan kıkırdanıyorlar.
·
24
Mayıs: Seyahatin
en uzak atışlarından biri. Gili Nanggu ve Gili Kedis. Lombok açıklarındaki
gerçek Rabinson Crusoe adaları. Gili Nanggu sadece birkaç yüz dönümlük bir
ufaklık, Gili Kedis ise neredeyse arabanın ardından çekilecek küçümen bir
karavan kadar. Elif beni serbest bırakıyor. Sadece kendime özel bir tur.
Teknede sadece ben varım. İstediğim yerde istediğim kadar kalma özgürlüğü. Bir
buçuk saat araba yolculuğu, 45 dakika tekne yolculuğu. İşte Kedis’de yüzüyorum.
Ada bomboş. Arkasından Nanggu. Sadece
iki elin parmağı kadar turist var. Harika bir dalış noktası. Denizin sonsuz
uçurumlarına pirinç terasları gibi basamak basamak inen sarı mercanlar…Elimde
kaptanın verdiği ekmek şişesi… Ben ekmek püskürttükçe etrafımı haleler şeklinde
saran rengarenk yüzlerce balık...Bir saate yakın balıklardan kocaman bir
toparlak içinde yüzmek… balıklarla dudak dudağa öpüşmek… Müthiş bir his.
Öğleden sonra bir avuç turist de adayı terk ediyor. Tek başıma kalıyorum. Adayı
keşfe çıkıyorum. İçerilere sokuluyorum. Ormanların arasında terkedilmiş harap
bir kulübe buluyorum. Verandasına oturup yalnızlığı yudumlamak. Gerçekten
hiçliğin ortasındayım. Hep bunu istemiştim. Issız
kumsallarda yalnız başıma yüzmek, adayı turlamak ve bunu sadece on beş dakikada
tamamlamak, kayalıklarda koşuşan iki elim kadar dev yengeçler. Son dalış.
Mercanların arasından süzülen ve bana gülümseyen turunculu beyazlı bir Palyaço-Nemo balığına denk gelmek.
· 25-27 Mayıs: Terasımızda zaman geçirmek, kitap okumak, otelin İtalyan sahipleriyle arkadaş olmak, onları buraya getiren hikayeleri dinlemek. İşte geldik son güne. Hint okyanusuna veda. Bavullara sığışmak için eşyalarımızın çoğunu burada bırakıyoruz. Otelin Hacivat’ı hem de her şeyi sırıtkan Raden attığımız tüm takım taklavatı toplamış arkamızdan koşturuyor! Ver elini Kuala Lumpur. Yine her şeyin başladığı yerdeyim. Star residence çatısında Petronas’a karşı sigara tüttürüyorum.
Konaklama ve yemek:
Cafe Alberto
KUALA
LUMPUR
·
28-30
Mayıs: Birinci
haftadan arta kalan boşlukları dolduruyoruz. İlk gün Thean Hou Budist
temple…Aynı Pekin Yasak Şehri andıran, çatılarından ejderhalar fışkıran,
rengarenk Çin fenerleriyle süslü çok güzel bir tapınak. Burayı ıskalasak
üzülürdüm. Akşam yalnız başıma Saloma köprüsü. Sürekli renk değiştiren bir
enstalasyon…bir nevi Stargate… Kampung Baru varoşlarını Petronas’a bağlayan
…yoksulluğu şatafata bağlayan…geçmişin muhafazakarlığını fütüristik
post-modernizme bağlayan…Çok tuhaf gerçekten. Gettodan bir solucan deliğine
giriyorsun ve çıkışta kendini Petronas kulelerinin önünde buluyorsun! İkinci
gün yalnız başıma koloniyel district. Şehirde gittiğim ilk ve son cami, Masjit
Jamek. Sonrasında şehrin politik merkezi, bağımsızlığın ilan edildiği Merdaka
square ve Sultan Abdul Samad Building, Son olarak kolonistlerin buluşma alanı
olan meşhur Royal Selangor club. Singapur’un Ruffles hoteli neyse burası da o.
Metroyla otele dönmek. Akşam bir Pakistan lokantasında kebap partisi. Gece Star Residence seyir terasında son kez Kuala Lumpur’la vedalaşmak. Bizi yine KLumpur’a ilk geldiğimizdeki tatlı şoförümüz bırakıyor
havaalanına. Arabada çalan doksanların tatlı melodileri. Gülümsüyorum. Böyle
bir seyahate çıkmaya cüret edebildik.
Konaklama:
Star Residence KLCC
Yemek: BBQ
nights ve TH Friday Surya
Yorumlar
Yorum Gönder