Kenya Masai Mara’ya “7 yıldızlı bir seyahat”. Ngorongoro da cabası…



Piyangoda büyük ikramiye… Kenya Masai Mara’ya  “7 yıldızlı bir seyahat”.  Ngorongoro da cabası… Nereden mi çıktı… Bir bankanın bayi ödül gezisi. Kenya programının gerisine de kelepir fiyatına üç günlük bir Tanzanya paketi ekliyorum. Nairobi’ye gideceğim, Masai Mara düşünü yaşadıktan sonra, bu sefer Nairobi’den Tanzanya Kilimanjaro’ya uçacağım. Internetten anlaştığım acenta beni geceyarısı havaalanından alıp, bir sonraki gün Ngorongoro turuna çıkaracak. Afrika içine internetten safari turu ayarlamak pek akıl karı değil, ama deneyeceğiz bakalım.

16 Şubat Perşembe akşamı uçup, sabaha karşı Nairobi’ye varıyoruz. Küçük bir grubuz. Nairobi’de Radisson otele yerleşip birkaç saat uyuyoruz.  Harika bir kahvaltıyla güne başlıyorum. Hemen angarya işleri halletmek. İnternetten bağlantı yaptığım Tanzanya Arusha’daki seyahat acentasını yerele rehberimize telefonla aratıyorum. Evet, gerçekten böyle bir şirket var gözüküyor ve beni havaalanından almaya gelecekler. Caz müziği eşliğinde otelin füzyon barının rahat koltuklarına gömülmek ve kara kıtanın makus kaderinin hem tam içinde, hem de ışık yılları kadar uzağında olmanın tuhaflığını yaşamak.
Öğlen vakti Masai Mara’ya yollanıyoruz. Masai Mara ve Serengeti aynı dev savan eko-sisteminin kuzey ve güney parçaları. Küçük bir pervaneli uçakla tüm grup milyonlarca yıllık Rift Vadisinin üzerinden süzülüyoruz. Nefis manzaralar…Yer yer büyük akarsu yatakları görünümünde kilometrelerce uzanan, bazen de dantel gibi toprağın içinden yürüyen dev fay kırıkları üzerinden uçmak, sonrasında "zıplaya zıplaya" bir toprak piste konmak...





Harika safari jeeplerle uçaktan alınmak, tam giderken bizim uçağın “U” dönüşü yapıp, tam tepemizden “wroooaarrr” diye kükreyerek bir “selam geçidi” çekmesi ve tüylerimizi diken diken etmesi, sonrasında otele doğru yola koyulmak. Introduction niyetine yolda ufak bir safari ve daha işin hemen başında tüm standart safarilerin "yemek sonrası kaymaklı tatlısı" olan aslanlarla müşerref olmak. Sere serpe yatmış güneşleniyorlar. Çok heybetliler. Öyle derin derin bakıyorlar ki. 

Veee otelimiz… Fairmont Mara Safari Club... Masai Mara tüm dünyadaki en lüks safari merkezlerinden biri lafı kesinlikle "şehir efsanesi" değilmiş.  Fairmont ina-nıl-maz bir yer! Bir nevi Jurassic Park'ın ete kemiğe bürünmüş hali. Vahşi savanların içine sokulmuş ve kendini elektrikli tellerle koruyan!   Önümüzde derin bir yataktan Mara nehri akmakta, içinde hippo’lar ve timsahlarla beraber… Sen ultra-lüks safari çadırının ahşap verandasından kahveni yudumlayarak "bunu" seyrediyorsun. Tüm çadırlar peşi sıra nehir boyunca dizilmiş. Oda müthiş, akşam yemeği müthiş, grup çok matrak. Gece yarısı hippoların nehirden gelen böğürtüleriyle uyanıp zifiri karanlıkta çadırın verandasına çıkmak, gerçeküstü ortamdan iyice salaklaşmak ve “ben nerdeyim yahu” diye sayıklanmak.       









18 Şubat Cumartesi: Sabah erkenden safariye başlıyoruz. Önce mükemmel aerodinamik çitalar, sonra bir zebra familyasının  arasına dalmak. Thompson gazelleri, geyikler, antiloplar sürüler halinde çevremizdeler. En merak ettiğim canlarım, zürafalar, denizdeki kanatlı mantalar gibi ağır çekim yanımızdan koşuyorlar. Her bir saniyemiz dolup taşıyor. Safari jeepinin penceresinden aracın roofuna tırmanıp, bu sürreal dünyayı keyifle izlemek… Aaa! Telefonum yok. Düştü mü yoksa…Haastiiirr…Ranger’ımız Abdi hızır gibi yetişir. On dakika evvel zürafaları gördüğümüz noktaya geri döneriz. “Mutlak yasak” olmasına rağmen herkes arabadan iner, çevremizde zebralar, antiloplar gezinirken biz telefon aramaca. Kardeşim, bu iş Marmara denizi büyüklüğünde bir samanlıkta iğne aramaya benziyor. Bulamazsak kara kıtada bir hafta telefonsuz kalacağız. Herkes haldır haldır telefonumu çaldırıyor. O da ne… Diğer arabanın ranger’ı deli gibi zıplamakta… elinde benim telefon !!! Böyle bir şans var mı abi…





Zürafaların oradan, Masai Mara’nın kalan son iki beyaz gergedanının yanına. Vaaayyy, bu kadar da olur mu !!! Arabadan inip gergedanların yanına kadar yürüyebilmek. Boynuzlarıyla beşimizi birden aynı anda şişleyebilecek bu üç tonluk devler, onlara pek elleşmeyince hayli uysal gözüküyorlar. O kadar dünya ötesiler ki, sanki gerçekten bir jurassic park dekorunda geziniyoruz. Öğlen otele dönüp mutlulukla tıkınmaca. Arkadan otelimizin içindeki hippo point’den nehirde yan gelip yatıp, malak gibi güneşlenen analı, babalı, çoluklu, çocuklu tatlı su aygırlarını seyredalmak. “Canımm” diye çığırmamla otuz çift göz yukarıya, bana doğru dikilir. Bırrr! Akşama doğru ikinci safari seferi. Masai Mara savanlarının üzerinden muhteşem bir gün batımı, savanların alacakaranlığa girişi, hava kararırken çevremizde dolaşan bir zürafa ailesi, gece vakti avlanan aslanları taa dibinden yakalamak. İlk defa ayaktalar ve avlarını kovalıyorlar. Önümüzden koşan parlak zebralar, karanlıkta dibine gelinceye kadar farkına varmadığımız bir hippo sürüsü… Far ışıklarıyla bodur bacaklarıyla bıldırı bıldırı oraya buraya koşup dağılıyorlar. Böyle bir şeye dokunmak gerçekten olağanüstü. Akşam çok keyifli yemek. Mutlu mesut odama dönüş.



19 Şubat Pazar: Sabah mükellef bir kahvaltıdan sonra yakınımızdaki bir Masai köyünü ziyarete gidiyoruz. Masai’ler etnik kırmızı pelerinleriyle, kazınmış kafalarıyla köy meydanında şarkılarla dans ederek karşılıyorlar bizi. Benden başlayarak tüm grubu aralarına alıp, kocaman gülümsemeleriyle “hoydede hoydede!” halaya döndürüyorlar. Çok iyi ya. Ama iş kurdukları yerel pazardan bir şeyler satmaya gelince konu bir anda turistik kazıklamacaya dönüyor. Bizimkiler bol bol soytarmakta. Bir kadın = 3 öküz denkleminden yola çıkarak, “kafam bozulursa bin öküzle buraya gelirim, kral olurum kral!” ya da 
“abi bunlar bizim gibi herkesi söğüşlüyorsa, bu oturdukları tezek evler hikaye, arka tepede triplex villalarda yaşıyorlardır bunlar!” 



Dönüş yolunda yine kendimizi uçsuz bucaksız savanlara vuruyoruz. O kadar şanslıyız ki, ranger’larımız gak diyoruz yapıyorlar, guk diyoruz yapıyorlar. Nereye istesek oraya giriyorlar, dilediğimiz kadar duruyorlar. Safaride savanlara yayılmış bir çitaya rastlamak. Bu benekli koca kedi ne kadar asil ne kadar güzel. Arkasından uzun otlar arasına gizlenmiş bir aslan ailesi. Aslanların biraz uzağında kalabalık bir afrika mandası sürüsü. Altıyüz kiloluk “Alfa” manda ve şürekâsı bizi kötü kötü süzmekte. Sık çalılar arasında yarısından bir leopar bile görüyoruz. Savanlarda olmak, boşluk, sınırsızlık, boyutsuzluk, uçsuzbucaksızlık o kadar görkemli ki…o kadar sıradanın ötesinde ki… 




Akşama doğru tekrar koyuluyoruz yollara. Bugünün zirvesi, savanlarda tepelik bir alandan kamp ateşi başında, şarap ve silahlı korumalar eşliğinde gün batımını izlemek. Güneş kıpkırmızı bir topa dönüşerek yeşil savan denizi üzerinden batıyor. Kulağımda müziklerim kanatlanmış uçuşuyorum resmen. Ranger’larımız tetikte, çalılıklarda kıvrılmış yatan aslanları yeni berimizde bıraktık çünkü.  Bense, gruptan ve “tatlı gardiyanlarımızdan” çaktırmadan kopup, etraftaki zebraların peşinden giden! Gece önümüzden hippoları oraya buraya savura savura savanlar üzerine kurulmuş bir şölen sofrasına gidiyoruz. Etrafta dev bir ateş yanıyor. Herkes tam relax moddayken, birden karanlık ormanın içinden ellerinde mızrakları, çığlık çığlığa Masai savaşçıları fırlamasınlarmı! Herkes dumur oluyor. Cihan’ın yumruğu Serkan’ın çenesinde, arkasına bakmadan kaçanlar, altına sıçanlar! Safarilerin “olmazsa olmazı” olduğunu sonradan öğrendiğim bu eşek şakasına geberiyorum gülmekten. Masailer, Opelciler, hepberaber ateş çevresinde haydada haydada danslar, bunların meşhur zıpzıpları. (bizimkilerin haydada haydada yerine ebene ebene diye zıpzıplaması) Çok iyi ya. 



20 Şubat Pazartesi:  Bugün son gün. Öğlene dek boşuz. Sabah rehber eşliğinde bisikletle gezmeye çıkıyorum. Sadece anayolu takip eden sıradan bisiklet parkuru bir anda benim rehberi kafalayıp, safari rotasına sapmamla çığırından çıkıyor. Yine savanlardayım ve bisikletleyim. Uzaktan görünen bir zürafaya doğru bisiklet sürmeler, gazellerin arasına dalmalar, çayırlara doğru yokuş aşağı kendimi salmalar. Rehber ağlamaklı. "Stop, stooop" diye inlemekte. Müüüthiiişş leeen !!! Otele varıp kan ter içinde kendimi havuza atıyorum. Coooozzz!!! Sonra harika bir son kahvaltı ve pırpırımıza atlayıp Nairobi’ye dönüş.





Olaya gel olaya. Havaalanından “out of Africa” filminde kullanılan 1920 model antika arabalarla alınmak, yol boyunca tüm Nairobi ahalisinin aşırı ilgisine gark olmak ve "out of Afrika" filminin gerçek kahramanı Karen Blixen’ın çiftliğinde harika bir yemek eşliğinde yolculuğun finalini yapmak. Creme do la creme!!! Grup benim gelmeyip kalacağımı öğrenince abutuyor, Çiftlik evinde hepsiyle teker teker vedalaşıp havaalanına yollanıyorum. Benim için eldivensiz, gerçek macera şimdi başlıyor. Ver elini TANZANYA, geliyorum… 







Nairobi’den Kilimanjaro havaalanına uçacağım. Eh hallice stresliyim. Gecenin bir yarısı kimse beni almaya gelmezse dımdızlak ortada kalmak da var. Gece 11.30’da Tanzanya’ya iniyorum, vizemi kapıdan alıp, gerilerek dışarıya çıkıyorum. Oleeey, havada sallanan bir “Kubilay” tabelası. Zifir karanlıkta bir saat yol teperek Arusha’ya booking’den ısmarladığım otele geliyorum, horuldayan resepsiyoncuyu uyandırıp, odama varıyorum. Oda boooktaaaannnn… Ama kimin umrunda… uyku…

21 Şubat Salı: Yine hafif stres. Havaalanından alındık da, konuştuğumuz tur hala hayatta mı. Yaşasın! Söz verdikleri saatte gelip beni bir safari jeepiyle alıyorlar. Yedi kişilik bir grupla benim için yolculuğun nihai hedefine, NGORONGORO’ya doğru yola koyuluyoruz. Şansıma, en öne kuruluyorum. İşte jangıllarla kaplı dev kaldera ufukta gözüktü. Tırmanmaya başlıyoruz. Burnumuzun dibinden durmadan babun sürüleri geçiyor. Zirvedeyiz. İnanılmaz krater artık tam önümüzde. Aşağı doğru süzülmek aynı arzın merkezine seyahat gibi. Nefes kesen bir görüntü. Yeşil bir okyanusta gezinen süs balıklarını andıran zebralar, görünmez dev bir elle sanki oraya buraya oyuncak gibi yerleştirilmiş buffalolar ve öküz başlı antiloplar. İşte zemindeyiz. Ufuk çizgisinden bize doğru gelmekte olan filler, dev Afrika devekuşları ve rengarenk bilimum başka kanatlıgiller, yolda uyuklayan bir sırtlan, orda burda yan gelmiş yatan aslanlar. Ancak günün, “hatta bana göre seyahatin zirvesi” safari sonunda, kalderadan yukarıya tırmanıp, en tepeden Ngorongoro’ya kuş bakışı. Tüm seyahatin gözbebeği. Sonsuzlukta kaybolmak, sanki farklı bir boyuta ışınlanmak. Dünya içinde başka bir dünya. Arzın merkezindeki kayıp Şambala… 400 kilometrekarelik dev krater tarafından sarılmış veya kucaklanmış yemyeşil bir deniz…Çoook mutluyum. Akşam çadır kamping’de bizi bekleyen sürpriz. Çadırlar başkalarına verilmiş, İngiliz bir oğlanla bungalow paylaşacağız. 25 yıl önceki Hostel dönemimden beri ilk room-sharing. Çocuğun benden ödü kopuyor, bunun kafasını rahatlatıyoruz. Sonra tüm safari grubu akşam yemeğinde bir güzel kaynaşıyoruz, biralar falan gırla, dışarıda şakır şakır yağmur yağıyor, “ben neredeyim yahuu!!” çook iyi.     
  











22 Şubat Çarşamba: Son safari günümüz. Tarangiri milli parkı. Yola çıkmadan sakin kamp ortamında ayaklarımı uzatıp keyif yapmak ruhuma iyi geliyor. Yağmur yeni dinmiş. Mis gibi toprak kokusu. Tarangiri Baobap ağaçlarıyla ünlü.  Bugünün en güzel yanı, tam burnumuzun dibinde denk geldiğimiz analı, babalı, çocuklu bir fil ailesi. Afrika fillerini hiç bu kadar yakından görmemiştim. O kadar özgürler, zeki bakışlılar ve eşsizler ki. Oooo, zürafalar da yakınımızda. Ama otlar arkasına saklanmış bir leopar göreceğiz diye bir saat oyalanmak biraz bayıyor. Masai Mara safari deneyiminin ne kadar özel olduğunu Tanzanya’da anlıyorum. Sadece yollardan gidebilmek, hayvanların peşinden savanlara dalamamak, kilometrelerce uzaklıktaki nadir gergedan, kedigilleri dürbünle anca seçebilmek. (Neyseki zebralar, antiloplar her yerde zebil) Halbuki Masai Mara’da hepsi dokunma mesafemizdeydi. Öğleden sonra Arusha’dayım. Yarınki Kilimanjaro programını da ayarladıktan sonra, şehri keşfe çıkmak. Deliyim oolum ben. Tüm şehirde kara Afrikalıların arasında benden başka dolanan tek bir beyaz bile yok. Snop "soluk benizliler" gerçek Afrikadan köşe bucak kaçıyorlar, sadece lüks otellerinde saklanıp safarilemekten anlıyorlar.  Tüm gözleri üzerimde hissetmek ve bol bol gülücük dağıtmak. Neyseki Afrikalılar gururlu insanlar, yılışık Mısırlılar gibi tepeme üşüşmüyorlar. İki gün evvel geldiğim otelde, bu sefer daha iyi bir oda kapıyorum, otelin çatısından Meru dağını izliyorum, balkondan geceye giren şehri seyrediyorum ve erkenden uyuyorum.






23 Şubat Perşembe: Son gün haliyle karışık. Uçağım gece 02.30’da. Kilimanjaro dönüşü saatlarce havaalanında ne yapacağım belirsiz. Neyse Kilimanjaro’ya doğru çıkıyoruz yola. Ekvator kuşağındaki bu altıbin metrelik devin üstü hala buzullarla kaplı. Ama sevgili dağ bugün bulutlar arasında uyuyor ve kendini pek göstermeye niyetli değil.  Tırmanışların başladığı Mangaru rotasında rehberimle minik köylere giriyoruz, afrikalı ufaklıklara çukulata dağıtıyoruz, sonra rehberimi arabayla aşağıdaki Marangu köyüne yollayıp kilometrelerce yürüyorum. Deli bir yağmur bastırıyor, küçük bakkalların saçaklarına sığınıp Afrikalılarla yarenlik ediyorum. Nefis toprak kokusu, kulağımda harika müzikler. Çok iyi geliyor. Köye varıyorum. Meydana  kurulmuş yöresel sebze-meyve pazarında halkın arasına karışmak…Özgün, otantik, hiç katışıksız. Neredeyim baba ben! Dönüş yolunda dağa karşı mola veriyoruz. Amerikan country müzikleri ve Kilimanjaro birası eşliğinde dağın uykudan uyanmasını bekliyoruz ama nafile. Bugün bulutlar pek dağılmayacak.





Sonra Moshi’ye uğrayıp hediyelik eşya pazarını birbirine katıyorum. Bizimkilere alışveriş. Hava kararırken havaalanındayım, daha önümde 8 saat var. Nasıl zaman öldürecem derken, harika bir istihbarat ve bingooo. Havaalanının hemen iki kilometre gerisindeki Kia Lodge, mükemmel bir zaman geçirme yeri. Güzel yemekler, free wifi, havuz başı şezlongları. Aynı Tibet seyahatinin finali TG Friday gibi, kapanışı nefis yapıyorum. Mum ışığında leziz bir akşam yemeği, şezlonglarda kestirmece ve herkesle wifi üzerinden gevezelik. Gece 12.00 gibi otelin shuttle’yla havaalanı, sorunsuz rahat bir uçuşla İstanbul… 

notlar:

1 - Masai Mara safarileri çok pahalı ama her kuruşuna değiyor. Zaten oteller, safari alanının tam ortasında. Kapıdan çıktığın an vahşi yaşamın içindesin. Ranger'lar çok dost canlısı ve seni mutlu etmek için usul usul tüm hayvanların dibine kadar sokuluyorlar. Tanzanya tarafından günlük safari'leri internet üzerinden ayarlamak haliyle daha hesaplı. Mojhi.com'dan yürüdüm, başıma bela gelmedi. Bilginize...  Ancak buradaki safari turları, Masai Mara deneyiminin çok gerisindeler.

2 - Ngorongoro bir dünya şahaseri... Başka bir söz etmiyorum.

3 - Kedigiller genelde hep güneşlenmece. Bizimkiler "bunları uyuşturmuşlar" falan bile dediler. Ancak kardeşim, bu güzellikler 2 saat avlanıyorlar, 22 saat dinleniyorlar. Hep böyle... Aralarında siklet farkı da çok. Aslanlar 200 kiloyu aşarken, Çitalar 40-50 kilolara anca geliyorlar.

4 - Gergedanların en yüksek ölüm sebeplerinden biri, fillerin tecavüzü... Abaza filler usulce arkadan yaklaşıp beş tonluk cüsseleriyle bunların sırtına abanınca, belleri kırılıyormuş yavrucakların... Fili gergedandan ayıramayacak kadar bunların gözü dönüyor, demek ki...

5 - Son dönemde gittiğim her yeri, sanki son kez görüyormuş gibi hissediyorum. Bunu şimdiye kadar en yakından hissettiğim yer ise kara Afrika oldu. Afrika'da nüfus inanılmaz bir hızla artıyor. Şimdiden Kenya ve Tanzanya 50 milyona, Etiyopya 100 milyona ulaştı bile. Nüfus artışıyla beraber, insanoğlu ve vahşi yaşam alan paylaşımında kesinlikle karşı karşıya gelecek. Bundan kaçış gözükmüyor. Belki önümüzdeki 10-20 yıllık dönemde bu müthiş hayvanları sadece hayvanat bahçelerinde görmeye başlayacağız. Koskocaman Masai Mara'da sadece iki beyaz gergedan kalmış, kedigiller nüfusu düşüyor, çitalar safari jeepleri onları çepeçevre kuşatmışken avlanmakta zorlanıyorlar. Masai'lerin evcil öküzleri ve vahşi zebralar yan yana geziyorlar. Eğer buralara dokunma niyetiniz varsa, fazla oyalanmayın derim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FİLİPİNLER - SAKLI CENNET

Kendime ellinci yaş hediyesi: Güney Afrika, Zimbabwe, Zambiya, Bostwana

BALKANLAR - Arabayla Balkan Turu - 7 ülke - 3,500 km