ZANZIBAR - Çocuklar ilk kez yurt dışına çıkıyor





ÇOCUKLAR İLK KEZ YURT DIŞINA ÇIKIYOR – DELİ BABALARI ONLARI TAA TANZANYA ZANZİBAR’A SÜRÜKLÜYOR   – 20-28 OCAK 2013

Her şey yılbaşında yanacak 10.000 uçuş mili hesabıyla başlıyor. “Klimanjoro’ya yalnız başıma 3-4 gün gideyim mi acaba” derken, bir anda  “yavvv ailecek Zanzibar nasıl olur” fikrine giriyorum. Dar es Salam uçuşları da Ocak ayında %25 indirimli. Bir haftalık uğraşma sonucunda 20-28 Ocak tarihlerine 4 yer ayarlıyorum.  Miller de hesaba girdiğinde, 5,600 TL’lik biletler yarı fiyatına mal oluyor. Çocuklar acayip heyecanlı, Elif strese giriyor. “Bizz deli miyiz ya, paşa paşa İtalya'ya falan gitmek varken, Afrikalara taşınıyoruz! ” İğneden ödü kopan Derin gözünü kırpmadan sarı humma aşısını yiyor. Yine damardan spontaneyiz. Gidiş-dönüş uçak biletlerimiz ve Kendwa Rocks’ta bir kaç günlük kesin rezervasyonumuz var. Hepsi o kadar. Vizeler ve Dares Salam-Zanzibar uçuşları bile daha fiks değil...Haydi rastgele...

Pazar 
Sabaha karşı 3.30’da Afrika topraklarındayız. Vizeyi hızlıca halledip, Zanzibar uçağını kıyısından yakalıyoruz. Saat 10.00’da Kendwa’dayız. Kendwa Rocks düşündüğümüzden daha salaş çıkıyor. Çocuklarla yan yana koca verandalı, oryantal şekilde dekore edilmiş iki suitte kalıyoruz. Verandadan palmiyelerle bezenmiş kumsal, bambudan lokantalar ve deniz müthiş gözüküyor. Kış ortasında masmavi Hint okyanusuyla ilk kucaklaşmalar. Tüm gün deniz kenarında yan gelip yatmak. Şekerlemek, yavaşlamaaak… Akşam Nungwi’deki Double Tree Hilton’da yer olduğunu öğreniyoruz ve tatilin ikinci yarısını Hilton’da geçirme kararı alıyoruz. Langi Langi restaurant’ta harika akşam yemeği. Nefis deniz ürünleri, kumsal üzerine babalanmış bir lokanta, mum ışıkları, elektrikler kesilince ortaya papatya gibi çıkan dolunay ve mehtap. İlk defa “şimdi” diyoruz: Artık Afrika’dayız, artık Zanzibar’dayız!  







Pazartesi:
Sabah erkenden kalkıp, yanımızdaki palmiye ormanına yürümek, bomboş kumsalda palmiyelere sırtımı verip, denize doğru kalpten gülümsemek, yanıma gelen Zanzibarlı ergen kızlarla tarzanca sohbet etmek. Afrikalı ufaklıklar uçan bir naylonun peşinden kumsal boyunca kahkahalarla gülerek koşturup duruyorlar. Bir naylon parçası bile onları dolu dolu mutlu etmeye yetiyor. Biz doyumsuz batının evlatları, sahip olduğumuz onca extravaganza’ya rağmen bir ağzımızı yaya yaya gülmeyi bilmiyoruz be. Yuf olsun bize. Kahvaltıdan sonra çocuklar ve Elif’le su şenlikleri, Afrikalılarla denizde çekilen toplu fotoğraflar, Derin’le sabahki ormana yürüyüş, Danimarkalılarla tanışıp sosyalliğin dibine vurmak ve Langi Langi’de gün batımı.
Sonrası felaketler peş peşe ! Derin kötüleşiyor. Durmadan kusma nöbetleri.  Acele otele dönüyoruz. Gece yarısı bu sefer Deniz kötüleşiyor. Abla kardeş tüm gece kusuyorlar. Elif’le kendimizi çok kötü hissediyoruz. Hastane var mı, güvenilir mi, napacağız bu elin Afrikasında, çocuklarla bu riske değer miydi 










Salı:
Sabah çocukların ikisi de kötü. Zorla yemek yediriyoruz. Tüm gün dinleniyorlar. Öğleden sonra onları ite kaka denize sokuyorum. Tuzlu suyla biraz kendilerine geliyorlar. Hala tam iyileşmediler, ama Allaha şükür dünün kabusunu atlattık.

Çarşamba:
MUCİZE. Çocukların ikisi de sabah kendilerini iyi hissediyorlar. Hemen dün tanıştığım Afrikalı Ali’ye telefon ederek Memba adası turunu ayarlıyorum. Yöresel bir Afrika yelkenlisi bizi otel önünden alıyor. Nungwi burnunu geçtikten sonra pupa yelken açıyoruz. Deniz çılgın bir renk seline dönüşüyor, ileride bir karışlık mini-minicik Memba adası, palmiyeleri ve bembeyaz kumsalı. Deniz hiç görmediğim bir açık camgöbeğine vurmuş, fosforlu fosforlu parlıyor. Ailecek aklımız uçuyor. Sonra mercanlara varıyoruz. Çocuklarla beraber şnorkellerle dalmak. Ürdün’den sonra gördüğüm en canlı deniz hayatı. Resifler, çevremde binlerce balık kazık kesilmiş duruyorlar, sanki görünmez bir tılsımla donmuşlar. Nerden çıktığı belli olmayan bir baracuda, üstüme yaldızlanarak yağan “Fenerbahçeli” sarımavi yelkencik balıklar. Çok iyi. Öğleden sonra leş gibi Kendwa’ya dönüyoruz. Akşam son kez saklı ormanıma gidiyorum. Alacakaranlığa denizimde bağdaş kurmuş hiçliğin içinde kaybolarak giriyorum. Palmiye ormanı, yan tarafta “gizemli Hint Aurowille’nin beyaz kubbeli Zanzibar versiyonu” garip bir köy, bomboş, sessiz, ıssız. Çok nefis. 
Kendwa’nın geniş bembeyaz kumsallarını, otellerin bitmesiyle başlayan ıssız palmiye ormanını, yeşillerin mavilerin bu harika birlikteliğini çook özleyeceğim. Akşam ailecek kumsalda yaşanan Afrika cümbüşünü izlemek, bol bol yürümek ve güzel bir lokantada yemek.









Perşembe:
Sabah Kendwa’dan Double Tree Hilton’a... Salaşlıktan Lükse... internete, televizyona... Sadece 180 dolara interconnecting, birbirlerine açılan iki harika oda... havuzun ve denizin dibi...Hepimizin buna ihtiyacı varmış. Bizimkiler zil takıp oynuyor. Otel çok iyi planlanmış, her şey derli toplu, elinin altında...
Akşam güneş batarken kumsalda deli bir cümbüş başlıyor. Afrikalı balıkçıların sahile yanaşmasıyla, herkes hurra sahile hücum ediyor, sahil cana bürünüyor. Balıklar elden ele geçiyor, çocuklar rengarenk teknelere üşüşüyor, başları bağlı tatlı küçücük kızlar kafalarında su testileri etrafta geziniyor, hava ufaktan kararıyor, tüm renkler sürreale dönüyor. Her şey bir ayin gibi. Yolculuğun başından beri ilk defa Afrika’ya dokunmak. Müthiş !!! 
Hava kararınca, otelden lokantalar bölgesine yürüyoruz. Kasabada tüm elektrikler kesik. Tırsıyoruz, ancak yürümeye devam. Kumsal üzerine atılmış masalarda mum ışığında tropik balıkları, istakozları götürüyoruz. Türkiye’de kış, biz burda gece gece kumsal yemeği takılıyoruz. Ali bizi tekrar buluyor. Yarınki parkuru hallediyoruz. Otele dönüp herkesi yatırdıktan sonra ikinci gerçekleşme anı!!! Gel git suları alıp götürmüş, kumsal büyümüşte büyümüş. İlk defa müzik ortaya çıkıyor. Enigma ve Passion yüreğime işliyor. Kendimi bir anda “Mesaj” filminden fırlamış "paralel evrendeki uzak kumsallarda" buluyorum. Burdayım, ama burda değilim. Mükemmel...






Cuma:
Ali sabah bizi bir Landcruiser ile alıyor. İlk önce Josani forest. Çok şanslıyız. Ormanda gezerken bir maymun kolonisine denk geliyoruz. Oradan ver elini başkent, Stone Town. Dünyada köleliğin en son kaldırıldığı yer. Daha 100 yıl evvel, bu gezdiğimiz sokaklarda kadınlar, çocuklar satılıyormuş. Hint, Arap ve koloniyel... tüm kültürler şehirde iç içe geçmiş, ortaya Afrika’nın kaba tozu kalmış. Kendimize 10 dolara bir rehber ayarlayıp, hem turist avcısı dükkanlardan kurtuluyoruz, hem de şehri keşfediyoruz. Freddy Mercury’nin doğduğu ev, rengarenk insanlar, daracık sokaklar ve şehrin alameti farikası oymalı, kakmalı müthiş kapılar…Çocuklar bugün babalarının hiç görmedikleri pazarlıkçı yüzüne şahit oluyorlar. Dünyaları alıyoruz.
Nungwi’de gün batırma ayini, kumsalda alaca karanlığın renklerine karışıyorum. Akşam son kez Langi Langi, jumbolar, istakozlar. Buranın ambiansını özleyeceğim. Gece, dün bıraktığım yerden ayın karanlık yüzüne devam. Yine sonsuzluk kumsalında Passion ile kendimden geçmeler. Müzikle denizin içinden göklere selam... Mutluluk anlarda gizlidir.




Cumartesi:
 “Tamam, iyi gidiyoruz, ama Afrika’da ilk kez ne tattın” sorusunun cevabını şaşkınlıkla bu sabah alıyorum. GELGİT...Göstermelik değil, damardan... kemerlerinizi takın, uçuşa geçiyoruz...Deniz iki kilometre çekilir mi kardeşim... çekilirmiş... Deniz kaçar gider, biz ailecek keyifle peşinden...Midye toplayan Afrikalı kadınlar, denizde şakalaşan karaoğlanlar, yanımızda gezinen dhow tekneler, etraf cümbüş yeri. Sonraysa en güzel ayin başlıyor... Müziğimle açıklara kilometrelerce yürüyorum da yürüyorum. Çok net ifade edeyim efendim. Ben “mavi-yeşilin bu tonlarını” hayatımda görmedim, hayatımda içmedim. Kırmızıbeyaz deniz yıldızları bana diplerden gülümsüyor. Binbir gece masalları !!!  Öğleden sonra bizimki geri geliyor. Koca koca dalgalarla hem de... Ailecek dalgalarda body surfing.
Bu aradaaa... sabah kahvaltısını unutmayalım. Hilton farkı... oturdum, hem dünü, bu günü, hem de yarın ve öbür günü yedim. Akşam Kendwa rocks full moon party... Danimarkalılarımızı buluyoruz, canlı Afrika kırması reggea müziği, yerel halk ve tüm dünya pistte...Gençler akın akın gelirken, biz geceyarısı zor bela kendimizi otele atıyoruz.





Pazar:
Son gün akşama kadar otelde kalma keyfi. Sabah kahvaltıda survival moduna devam. Bugün uzun geçecek. Tüm forumlar Kendwa kumsalını övüyor, ama ben Nungwi’nin gelgitinde uçtum arkadaş. Kulağımda “Enigma, the rivers of belief”, ben çoook açıklarda fosforlu denizin göbeğinde bağdaş kurmuş, denizle birlenen !!! Kumsala oturmuş dhow'lar, balıkçılar harıl harıl tekneleri tamir etmekte, çocuklar etrafta oynaşmakta, rengarenk kızlar açıklarda midye toplamakta, burada her şey sanki yüzyıllardır aynı ritimde tınımakta...




Geri dönüş başlıyor. Zanzibar’dan en geç uçakla Dar es Salam’a geçeceğiz. Neyse uçak gerçekten var. Bunu kaçırsak, yurda dönüşü de ıskalayacağız çünkü. Gece 10.00’da sekiz gün evvel her şeyin başladığı yerdeyiz. Uçağımız da rötarlı, iyi mi. Sabaha kadar ailecek oturma sıralarında uyukluyoruz. Bu sefilliği de yaşamış olduk. Neyse ki sabah uçağımız tropikanadan kalkıyor, Kimanjaro’nun yanından geçiyor, Nil’i takip ediyor, Giza piramitlerine dokunuyor,  öğlen de buz gibi İstanbul’a iniyor. Vatan topraklarındayız.




Gülümsemece:
Derin, bambu kulübeden ibaret çürük çarık okulu göstererek sorar: ”Baba, burda öğrenciler nasıl ok atıldığını, vahşi hayvanlardan korunmayı falan öğreniyorlar değil mi, öyle matematik falan yok herhalde burda???”

Not: Zanzibar, tam bir kış rotası... THY'nin millerini kullanmak istiyorsanız, bana göre en iyi seçenek... Çocuklu gidilebilir, ama dikkatli olun, strerillik falan beklemeyin. Tüm aşılarınızı Karaköy'de olun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FİLİPİNLER - SAKLI CENNET

Kendime ellinci yaş hediyesi: Güney Afrika, Zimbabwe, Zambiya, Bostwana

BALKANLAR - Arabayla Balkan Turu - 7 ülke - 3,500 km