Bulutlara dokunmak…




Bulutlara dokunmak…

   Bir keresinde Giza piramitlerini gezerken, bir tur otobüsü yaklaşmıştı kenara. İçinden Japon turistler dışarıya akın etmiş, yüksek bir görev edasıyla her durulacak yerde zınk diye durup makinelerini çıkarıp, tırrrt diye fotoğraflar çekip asık suratlarıyla bir sonraki görev noktalarına sürüler halinde yollanmışlardı. Ben ise kapanış saatinde bir kuytuda gizlenip, kalabalıklar boşaldıktan sonra gün batımında piramitler ve çölle kucaklaşmakla meşguldum.

Sürüler halinde sürüklenenleri, aceleyle oradan oraya koşturanları gördükçe üzülüyorum.
Çağımızın vebası… her şeyi tüketmek… daha çok tüketmek… “gezerken bile” tüketmek…
Hamburger yer gibi yaşamak, hamburger yer gibi gezmek… hızlı … hızlı… hızlı…
Elinde “ölmeden evvel gezilecekler” listeleri…ha bire “onu  yaptım, bunu gördümleri” çoğaltmak
Yolculuklarını gönlüne nakışlamak yerine...büyüklenmek...böbürlenmek…

Hmmm…
Ben hedefe varmayı değil, yolda olmayı seviyorum
Fethetmeyi değil, dokunduklarımda kabul edilmeyi seviyorum
Yavaşlamayı seviyorum…

Çünkü bana göre yolculuk…

Her ne kadar somut bir şeymiş gibi dursa da, aslında “kendi içinde” gezintiye çıkmaktır
Varoluşunuza dokunmaktır
Kontrol delisi olmaktan çıkıp, akışa bırakmaktır
Kendini dünyanın merkezine dikmekten çok…ne kadar küçük olduğunu görüp, tevazu öğrenmektir
Dönüşmeye hevesli olmaktır, her döndüğünde önemliyi önemsizden daha güzel ayırabilmektir
Gözünü kapatıp, bulutları kucaklamak, bulutlara dokunmaktır

Çünkü bana göre yolculuk…

Myanmar’da bisikletle kaybolmaktır
Yağmur sezonunda Guatemala Tikal’da piramitin üstünden kara ormanı kucaklamaktır
Priene’nin üzerinden yamaç paraşütüyle uçmaktır
Macha Pichu’da güneş doğuşunu seyretmek için sabah 4,00’de ayağa dikilmektir
Hemen arkasından Peru’da müthiş depremden kıl payı sıyrılmaktır
Monument valley’de dipsiz rotaları keşfettikten sonra, arabanın içinde uyku tulumuna sığışmaktır
Angkor’un mayın tarlalarına bilmeden dalmak ve tek parça çıkmaktır
Ürdün çöllerinde göçebelerle çadır yemeğini bitirdikten sonra, gece karanlığında tırsarak yola çıkmaktır
Paskalya adasında “dünyadaki son insan olmanın” garip ruh karmaşasını yaşamaktır
Çin seddinin bilinmeyen rotalarında saatlerce kendi başına gezinmektir
Zanzibar'ın deli gelgitlerinde, çekilen denizin iki kilometre içine girip müziğe dalmışken, hızla gelen gelgitten tam gaz kaçmaktır
Masai Mara'da zürafalara karşı bisiklet sürmektir.
Victoria çağlayanlarının içine içine ultralight'la pike yaparak, gökkuşaklarına dokunmaktır.
Everest yolunda, hiçlikte kaybolup Tibet'li çobanlara karışmak, sürülerini gütmelerine el vermektir
Hemen arkasından, kar kışta bir manastıra sığınıp, budist keşişlerin dersine süzülmektir
Rio’nun neşesi, Buenes Aires’in tangosu, Yangoon’un hüznü, San Francisco’nun iyimserliği, Tokyo’nun nizamı, Bangkok’un batakhaneleridir.

Genel çerçeveyi çizip, içini doldurmayı doğaçlamaya bırakmaktır.

İşte Gezgin babanın galaksi günlükleri… 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FİLİPİNLER - SAKLI CENNET

Kendime ellinci yaş hediyesi: Güney Afrika, Zimbabwe, Zambiya, Bostwana

BALKANLAR - Arabayla Balkan Turu - 7 ülke - 3,500 km